WWW.ASKSİTEMİZ.TR.GG HOŞGELDİNİZ...
   
 
  Dini Hikayeler

AFFET BABACIĞIM 

       Evlendi
ğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu. Eşi babasını istemiyor ve onun evde bir fazlalık olduğunu düşünüyordu. Tartışmalar bazen inanılmaz boyutlara ulaşıyordu.
Yine böyle bir tartışma anında; eşi, bütün bağları kopardı ve "Ya ben giderim, ya da baban bu evde kalmayacak" diyerek rest çekti... Eşini kaybetmeyi göze alamazdı.

      Babası yüzünden çıkan tartışmalar dışında mutlu bir yuvası, sevdiği ve kendini seven bir eşi ve birde çocukları vardı. Eşi için çok mücadele etmişti evliliği sırasında. Ailesini ikna etmek için çok uğraşmış ve çok sorunlarla karşılaşmıştı. Hâlâ onu ölürcesine seviyordu.

      Çaresizlik içinde ne yapacağını düşündü ve kendince bir çözüm yolu buldu. Babasını yıllar önce avcılık merakı yüzünden kendisi için yaptırdığı kulübe tipi dağ evine götürecekti . Haftada bir uğrayacak ve ihtiyacı neyse karşılayacak, böylelikle eşiyle de bu tür sorunlar yaşamayacaktı.

      Babasına lâzım olacak bütün malzemeleri hazırladıktan sonra yatalak babasını yatağından kaldırdı ve kucakladığı gibi arabaya attı. Oğlu;  "Baba bende seninle gelmek istiyorum" diye ısrar edince onu da arabaya aldı ve birlikte yola koyuldular.

      Karakışın tam ortalarıydı ve korkunç bir soğuk vardı. Kar ve tipi yüzünden yolu zor seçiyorlardı. Oğlu sürekli babasına "Baba nereye gidiyoruz ?" diye soruyor ama cevap alamıyordu. Öte yandan; nereye götürüldüğünü anlayan yaşlı adamsa gizli gizli gözyaşı döküyor oğlu ve
torununa belli etmemeye çalışıyordu.

      Saatler süren zorlu yolculuktan sonra dağ evine ulaştılar. Epeydir buraya gelmemişti. Baraka tipindeki dağ evi artık çürümeye yüz tutmuş, tavan akıyordu. Barakanın bir köşesini temizledi hazırladı ve arabadan yüklendiği yatağı oraya itina ile serdi. Sonra diğer malzemeleri taşıdı en son da babasını sırtlayarak yatağa yerleştirdi.

       Tipi, adeta barakanın içinde hissediliyordu. Barakanın içinde fırtına vardı adeta. Çaresizlik içinde babasını izledi. Daha şimdiden üşümeye başlamıştı. Yarın yine gelir bir yorgan ve birkaç battaniye getiririm diye düşündü.

       Öyle üzgündü ki, dünya başına göçüyor gibiydi. O, bu duygular içindeyken babası, yüreğine bıçak saplanmış gibiydi. Yıllarca emek verdiği oğlu tarafından bir barakaya terk ediliyordu. Gururu incinmişti,
içi yanıyordu ama belli etmemeye çalışıyordu.Oğlu ise olanlara hiçbir anlam veremiyordu. Anlamsızca ama dedesinden ayrılacak olmanın
vermiş olduğu üzüntüyle sadece seyrediyordu.

      Artık gitme zamanıydı. Babasının yatağına eğildi, yanaklarını ve ellerini defalarca öptü. Beni affet der gibi sarıldı, kokladı. Artık ikisi de
kendine hakim olamıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Buna mecburum der gibi baktı babasının yüzüne ve oğ
lunun
elini tutup hızla barakayı terk etti. Arabaya bindiler.

      Oğ
lunu yola çıktıklarında ağlamaya başladı, neden dedemi o soğuk yerde bıraktın diye. Verecek hiçbir cevap bulamıyordu, annen böyle istiyor diyemiyordu. Bir süre sonra Oğlu: "Baba, sen yaşlandığında ben de seni  buraya mı getireceğim?" diye sorunca dünyası başına yıkıldı. O sorunun yöneltilmesiyle birlikte deliler gibi geri çevirdi arabayı. Barakaya ulaştığında "Beni affet baba." diyerek babasının boynuna sarıldı. Baba oğul sıkı sıkı sarılmış çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Oğlu: "Baba beni affet! Sana bu muameleyi yaptığ
ım için beni affet!" diye hatasını belli ediyordu...
     Babası oğlunun bu sözlerine en anlamlı cevabı veriyordu...
"
Geri gelece
ğini biliyordum yavrum. Ben babamı dağ başına atmadım ki, sen beni atasın... Beni bu dağda bırakamayacağını biliyordum." 

SEVİYORUM TANRIM!
 
       İnanç Tarihi dersimin öğrencilerinden biriydi Tommy. Uzun saçlı, değişik bir gençti. Sınıfta benimle en çok tartışan öğrenci oydu. Tanrı'ya kayıtsız şartsız inanmayı kabullenmiyordu. Mezun olurken bana imalı, imalı;
  -Günün birinde Tanrı'yı bulacağıma inanıyor musun hocam? dedi.
  -Hayır dedim, yavaşça.
  -Yaaa dedi. Oysa senin, bu derste Tanrı'yı pazarladığını sanıyordum hocam... Kapıdan çıkıp gitmek üzereyken arkasından bağırdım:
  -Tanrı'yı bulabileceğini düşünmüyorum. Ama o seni mutlak bulacak bir gün, eminim. Tommy, omzunu silkip yürüdü...
      Mezuniyetten sonra izini kaybetmiştim ki, acı haberi kendisi getirdi bana... Ölümcül kansere yakalanmıştı. Odama girdiğinde; zayıflamış, çökmüştü... Kemoterapi, o uzun saçlarını dökmüştü... Ama gözleri halâ pırıl pırıldı...
  -Birkaç haftalık ömrüm kalmış hocam. dedi.
  -Sana bir şey sorabilir miyim? dedim.
  -Tabii"dedi, Ne öğrenmek istiyorsun?
  -Sadece 24 yaşında olmak ve ölmekte olduğunu bilmek nasıl bir şey?
  -Daha kötüsü olabilirdi... 50 yaşında olmak, kafayı çekmek, kadınlarla beraber olmak ve müthiş paralar kazanmayı, yaşamak, sanmak gibi...Sonra niye geldiğini anlattı...
"Okulun son günü sana Tanrı'yı bulup bulamayacağımı sormuş; "hayır" yanıtını alınca şaşırmıştım. Sonra, "ama o seni bulur" dedin... İşte bunu çok düşündüm. Doktorlar ciğerimden parça alıp kötü huylu olduğunu söylediklerinde; Tanrı'yı aramayı ciddiye aldım birden... Habis ur, diğer hayati organlarıma yayılmaya başlayınca, sabahlara kadar dualar etmeye başladım... Hiç birşey olmadı. Bir sabah uyandığımda; ilahi bir mesaj alma yolundaki umutsuz çabalarımdan vazgeçiverdim aniden. Ömrümün geri kalan vaktini; Tanrı, ölümden sonra hayat falan gibi şeylerle geçirmeyecektim. Daha önemli şeyler yapma kararı aldım. O zaman gene seni düşündüm... "En büyük mutsuzluk, sevgisiz bir hayat sürmektir, bundan daha kötüsü de bu dünyadan, sevdiklerine "Seni seviyorum" diyemeden gitmektir" demiştin...Son günlerimi bu eksiği gidermekle harcayacaktım işte...En zorundan başladım... Babamdan..." Oğlu yanına geldiğinde; babası, gazete okuyormuş.
 
-Baba, seninle konuşmam lazım. demiş Tommy.
  -Peki, konuş oğlum.
  -Yani, çok önemli bir şey...
Babası, gazeteyi 10 santim indirmiş o zaman aşağı;
  -Neymiş o bakalım?
  -Baba, seni seviyorum. Bunu bilmeni istedim. Tommy, gülümsedi, arkasını anlatırken... Babasının elinden yere düşmüş gazete... Hayatında hiç yapmadığı iki şeyi yapmış. Tommy'ye sarılmış ve ağlamış... Sabaha kadar konuşmuşlar. Babası, ertesi sabah işe gitmek zorunda olduğu halde... "Annem ve kardeşimle daha kolay oldu" diye devam etti Tommy... "Onlar da bana sarılıp ağladılar. Yıllardır bana söylemedikleri, söyleyemedikleri şeyleri anlattılar. Bütün bunları yapmak için bu kadar geç kalmış olmama üzüldüm sadece... Ölümün gölgesi üzerime düşünce; kalbimi açıyordum, bana, aslında çok daha yakın olması gereken insanlara..." Nefes aldı Tommy..." Bir gün baktım, Tanrı, orada... Hemen yanıbaşımda duruyor... Ona yalvardığım zaman, bana gelmemişti. Onun kendi programı vardı, kendi bildiği gibi yapıyordu. Gerçek olan şu ki, haklıydın... Ben, onu aramaktan vazgeçtiğim halde, gelip, beni bulmuştu."
  -Tommy dedim. "Sandığından çok önemli şeyler söylüyorsun, tüm insanlığa... Sen, Tanrı'yı bulmanın en emin yolunu anlatıyorsun. Onu, sadece kendine ayırmak, sadece ihtiyaç duyunca aramak işe yaramaz... Ama hayatını sevgiye açarsan o, gelir seni bulur. Bunu anlatıyorsun farkında mısın?" Devam ettim; "Tommy, bana bir iyilik yapar mısın, bunları gelip sınıfımda da anlatabilir misin?
     Bir gün tespit ettik. Ama Tommy gelemedi o gün... Ölümle hayatı sona ermemişti tabii... Şekil değiştirmiş, büyük bir adım atmıştı sadece... İnanmaktan, görmeye geçmişti... Ölümünden önce son bir defa konuşmuştuk.
  -Söz verdiğim derse gelemeyeceğim, halsiz ve bitkinim hocam. demişti..
  -Anlıyorum Tommy !
  -Benim yerime onlara sen anlatır mısın hocam, sen anlatır mısın? Herkese, bütün dünyaya, benim için anlatır mısın?
-Anlatırım Tommy. dedim. Anlatırım, merak etme!

    İnsanlara; "Seni seviyorum" demek için, ölümü beklemenize gerek yok, şimdi, hemen şimdi başlayabilirsiniz...Başlayın ki, hayatınız güzelleşsin, zenginleşsin.. Hem, şimdi başlamazsanız, belki de hiç söyleme şansınız olmayabilir...

 

Allah'ın Hİkmetİne Akıl Ermez
       Zünnun-i Mısrî Hazretleri anlatıyor:
      Nil Nehri kenarında bulunuyordum. Bir de baktım ki kocaman bir akrep geliyor. Çok korktum. Onu öldürmek istedim. Baktım ki bana doğru gelmiyor. Takip ettim. Suyun kenarına kadar geldi. O sırada sudan bir kurbağa çıktı. Akrebi sırtına aldı, karşıya geçirdi. Ben de onları takip ediyordum. Karşıda akrep kurbağanın sırtından indi. İlerde, bir ağacın altında yatan ve mışıl mışıl uyuyan bir gence doğru yöneldi. Genç tanıdığım, günah işlemekle vakit geçiren âsi birisiydi. Kendi kendime "Allah Allah, demek ki bu akrep karşıdan bu genci zehirlemek için buraya geldi" diye düşündüm. Akrebi öldürmek istedim. Bu sırada kocaman bir yılanın da uyuyan gence doğru geldiğini gördüm. İyice şaşırmıştım. Genci zehirleyecekti.
       Akrep yılana doğru yöneldi. Kafasının üzerine çıktı. Kafası üzerinden yılanı sokmaya başladı. Öldürünceye kadar yılanı soktu. Yılan öldükten sonra tekrar geldiği yere yöneldi. Kurbağa, kenarda onu bekliyordu. Akrebi sırtına aldı, karşıya geçirdi.
       Demek ki akrep o genci sokmak için değil, yılandan onu korumak için gelmişti. Daha doğrusu onun için vazifelendirilmişti. Buna çok hayret ettim. Uyuyan genci uyandırıp hadiseyi anlattım. O da hadisenin çok tesiri altında kalmıştı. Ondan sonra tevbe etti ve bir daha kötülük işlemedi. Hep iyi insanlarla beraber ve iyi ameller işlemekle meşgul oldu.

Ana Gİbİ Yar
Vaktiyle bir vezir, padişah katında hatırının kırılmayacağına inanarak kendisinden şöyle bir ricada bulundu:
-Sultanım benim iki tane karım, her birinden de üçer çocuğum var Karılarımın hangisinin analık duygularının daha kuvvetli olduğunu merak ediyorum Malımı da buna göre vasiyet edeceğim Şunları bu konuda bir sınamanız mümkün mü?
Padişah, veziri sevdiği için gönlünü yapmak istedi Hanımlarından birini çağırttı ve dedi ki:
-Ey hatun, benim vezirim olan senin kocan, gözdelerimden birini baştan çıkarmış Bunun cezası aslında ölümdür Ama sen kocanı affedersen idamdan vazgeçip onu sevgilisiyle beraber ülke dışına sürgün edeceğim
Kadının gözlerinde intikam alevi parladı:
-istemem, bana yar olmayan başkasına da yar olmasın! Asın, ipini de bana çektirin!
Padişah daha sonra vezirin öbür karısını çağırttı Ona da aynı şeyi söyledi Vezirin ikinci karısı tam tersine bir tavır takındı:
-Aman sultanım, ben kocasız kalmaya razıyım, ama çocuklarım babasız kalmasın, idam edeceğinize sürgün edin de çocuklarım babalarıyla bir gün kavuşma ümidini kaybetmesinler.

Allah Haramdan KaçanI Korur
Ünlü hükümdar Timur'dan sonra yerine geçen oğullarından Şahruh (XV. y.yıl) babasının tersine bilime ve bilgine değer veren, dindar, halim, selim biriydi. Bilginlerle oturup kalkmaktan zevk alırdı. Şahruh'un çevresindeki bilgin kişilerden biri de Nimetullah Efendi idi. Aynı zamanda evliyadan olan Nimetullah Efendi'nin dilinden düşürmediği
bir söz vardı: "Allah haramdan kaçanı korur" (Yani kişi haramdan kaçarsa Allah ona haram yedirmez, nasip etmez, demek istiyordu.)
Bu sözü sık sık tekrar eder, bununla biraz da hükümdar ve adamlarını uyarmak amacı güderdi. Şahruh da bunun her zaman mümkün olmayacağını, insanın bazen bilmeden de harama el uzatabileceğini ileri sürerdi. Şahruh bir gün sarayında özellikle Nimetullah Efendi'yi ağırlamak üzere bir ziyafet düzenledi. Başta hükümdar ve Nimetullah Efendi olmak üzere davetliler sofraya oturdular. Baş yemek kehribar gibi kızarmış bir kuzu çevirmesiydi. Herkes gibi Nimetullah Efendi de iştahla yiyor, yedikçe "Allah haramdan kaçanı korur" sözünü tekrarlayıp duruyordu. Hükümdar ve adamları da bıyık altından gülüyorlardı. Nihayet yemek bitti. Şahruh Nimetullah Efendi'ye sordu:
- Allah haramdan kaçanı her zaman ve her durumda korur mu?
- Evet korur, haramdan kaçana Allah haram nasip etmez.
- Ama hocam seni korumadı, sende bizimle birlikte haram yedin.
- Hayır, ben haram yemedim haramı siz yediniz.
- Boşuna iddia etme hocam, sofrada yediğimiz kuzuyu benim adamlarım çalmıştı, hırsızlık malıydı o...
- Olabilir, size haramdı, ama bana helaldi. Hükümdar lahavle çekti:
- Nasıl olur hocam, çalınmış bir kuzu bize haram, sana helal?  
Nimetullah Efendi sözünü bağladı:
- Eğer inanmıyorsanız, kuzunun sahibini bulun sorun...
Gerçekten hükümdarın adamları çaldıkları kuzunun sahibini buldular. Yaşlı bir kadındı kuzunun sahibi. Kuzuyu çaldıklarını, pişirip yediklerini itiraf ettiler ve parasını ödemek istediklerini söylediler. Kadın parasını almayı reddetti ve kendilerine beddua etti.
- Ben o kuzuyu parası için değil, bu havalide Nimetullah Efendi diye mübarek bir zat varmış, ona ikram etmek için yetiştiriyordum, diye açıklamada bulundu.

CENNET
Adam ve hayattaki tek arkadaşı olan köpeği bir kazada birlikte ölmüşlerdi ... Gökyüzüne çıktıktan sonra bembeyaz bulutların arasında dolaşmaya başladılar ... adam çok susamıştı.. biraz su bulabilmek ümidiyle yürümeye devam ederken, birden kendilerini muhteşem bir manzaranın karşısında buldular.. rengarenk çiçeklerle süslü bir bahçe, altından yapılmış bir bahçe kapısı, ve onları karşılayan beyazlar içinde bir kadın.. Adam köpeğiyle birlikte kadına yaklaştı ve sordu:

"Af edersiniz... burası neresi?"
Kadın ona gülümsedi: "Burası Cennet, efendim"
Adam bunun üzerine sevinçle "Harika...!!!" dedi "Peki bana biraz su verebilir misiniz, gerçekten çok susadım"....
Kadın cevap verdi: "Tabi efendim, içeri girin... içerde dilediğiniz kadar su bulabilirsiniz....."
Böylece adam köpeğine döndü, "Hadi oğlum içeri giriyoruz" diyerek kapıya yürüdü......... ama kadın onu birden durdurdu:
"Üzgünüm efendim, köpeğiniz sizinle gelemez.. hayvanları içeri almıyoruz..."
Bunun üzerine adam bir an durdu.. düşündü.. ve geri dönüp köpeğiyle birlikte geldikleri yolun tam ters yönünde yürümeye koyuldular.... bir süre geçtikten sonra kendilerini bu kez tozlu çamurlu bir yolda buldular, ve yolun sonunda karşılarına çiftlik girişini andıran bir kapıyla yırtık pırtık elbiseli bir dede çıktı... adam sordu:

"Af edersiniz.... bana biraz su verebilir misiniz??"
Dede "İçeri gel" dedi.. "kapıdan girdikten sonra sağ tarafta bir çeşme var..."
Adam sordu: "Peki arkadaşım da benimle gelip oradan içebilir mi?"
Dede " Tabii..."dedi.. "çeşmenin yanında köpeğinin de su içebileceği bir kase bulacaksın..."

Bunun üzerine adam kapıdan girdi... biraz yürüdükten sonra sağ tarafta çeşmeyi buldu.. adam çeşmeden köpek de oracıktaki kaseden doya doya içerek susuzluklarını giderdiler... derken adam geri giderek girişte bekleyen dedeye sordu:

"Su için çok teşekkür ederim... peki burası neresi..?"
Dede "Burası cennet" dedi.. bunu duyan adam şaşırdı:
"Ama nasıl olur..? az önce burası gibi kırık dökük olmayan muhteşem bir yere gittik ve orasının da Cennet olduğunu söylediler..."

Dede "şu rengarenk çiçeklerle süslü altın kapılı yer mi?" dedi... "ama orası Cehennem..."
Adam iyice şaşırmıştı: "Peki ama orası sizin adınızı kullanarak insanları kandırıyor diye hiç kızmıyor musunuz..??"
Dede gülümsedi:
"Kızmıyoruz..... çünkü onlar kendi çıkarı için en iyi arkadaşını yarı yolda bırakanları Cennet’ten uzak tutuyorlar...."

SON BİR TAŞ DAHA
 
         1942 Yılıydı. Üç adam Venezualla da elmas arayarak aylar geçirmişlerdi. Sürekli olarak yürümüşler, yerlere eğilmiş, elmas çıkar ümidiyle binlerce taş toplamışlardı. Ama boşuna! İçlerinden biri, Rafeal Solano, kuru nehir yatağındaki bir kayaya oturup iki arkadaşını yanına çağırdı: "Ben vazgeçtim" dedi. "Daha ileri gitmenin anlamı yok. Şu taşa bakın, bulduğum 999.999. taş belki de. Ama tek bir elmas yok. Bir tane daha alırsam bir milyonuncu taşı toplamış olacağım. Ama neye yarar. Ben vazgeçiyorum."
Diğer ikisinden biri alayla:"Bari bir tane daha topla da bir milyon olsun" dedi. Solano şakaya şakayla cevap vererek:"Pekâlâ" dedi, "Bu işi terk etmeden önce bir taş daha arayayım bari." Yorgun gözlerini kapatarak elini elmas umuduyla eşeledikleri taş yığınına uzattı ve yumurta büyüklüğünde bir taşı aldı:"İşte arkadaşlar" dedi, "milyonuncu taş da tamam. Benden bu kadar!"
Ne ki, topladığı bu son taş çok ağırdı, normal bir taştan çok daha ağır. Bu durumun farkına varır varmaz. Solano eliyle taşı birkaç kez daha tarttı, sonra da: "Bu bir elmas" diye bağırdı, "bu gerçekten elmas!" Sonrasında, New Yorklu bir kuyumcu, Rafael Solano'ya topladığı o belki de milyonuncu taş için yüz binlerce dolar verdi. Daha da sonraları, "Kurtuluş" adı verilen bu taşın, dünyada bulunan en büyük ve en saf elmaslardan biri olduğu anlaşılacaktı.
ÇABUK ZENGİN  OLMAK İSTEYEN ADAM
           
          İki altın arayıcısı, California'daki bir dağın yamacında canlarını dişlerine takmış çalışıyorlardı, iki aydan beri bir türlü ulaşamadıkları o son madenin peşindeydiler.
          Senelerden beri bu işle uğraşan Bill'de hiçbir bıkkınlık işareti yoktu. Fakat, bu yorucu çalışma, California'ya sadece gezmek için gelmiş olan Sam'ın canına tak etmişti. Bill ısrarla:"Yanımdan ayrılma Sam!" diyordu. "Bir gün mutlaka altın bulup zengin olacağız!"
        Sam ise "Kim bilir?" demekle yetiniyordu. Kazmayı her savuruşunda adaleleri kopacak gibi ağrıyor, sıcak güneş sırtını yakıp tutuşturuyordu. Akşama doğru, Bill birden bir sevinç çığlığı attı: "İşte Sam! Görüyor musun, altın tozlarını görüyor musun?" Sam parıldayan bir iki toz parçasına hoşnutsuzca bakarak "bir şeye benzemiyorlar ki" dedi.
           Ertesi gün, Bill ile Sam akşama kadar çalıştıkları halde çok az altın buldular. Sam artık bıkmıştı. Kulübeye döndükten sonra, elbiselerini değiştirdi ve Bill'e şöyle bir not yazdı: "Bill, bulacağın bütün altınlar senin olsun. Bu kadar çalışmayı kaldıramıyorum. Zengin olmanın herhalde daha kolay bir yolu vardır."Sonra, bir daha dönmemek üzere oradan ayrıldı.
            Bill, Sam'in yazdığı notu okuyunca sadece omuzlarım silkti ve işine döndü. Çok geçmeden bütün kaplarının dibinde tabaka tabaka altın buldu. Artık zengin olmuştu!
            Bir saat daha fazla çalışmış olsaydı, Sam de hemen oracıkta büyük bir servetin sahibi olacaktı. Ama o zamanda, dünya, Samual  Langhorne Clemens'in, yani bir zamanların altın arayıcısı Sam'in, daha sonraları "Mark Twain" takma adıyla yazdığı paha biçilmez eserlerinden mahrum kalacaktı!

AshabI uhdud
     
           Sizden öncekiler arasında bir kral vardı. Onun bir de sihirbazı vardı. Sihirbaz yaşlanınca krala:
            "Ben artık yaşlandım. Bana bir genç gönder de ona sihir yapmayı öğreteyim!" dedi.
Kral da sihir yapmayı öğretmesi için ona bir genç çocuk gönderdi. Gencin geçtiği yolda bir (müslüman)rahip yaşıyordu. Genç bir gün giderken rahibe uğrayıp onu dinledi, konuşması hoşuna gitti. Artık sihirbaza her gittiğinde rahibe de uğruyor, yanında bir müddet oturup onu dinliyordu.
            Bir gün sihirbaz delikanlıyı, yanına gelince dövdü. Oğlan da durumu rahibe şikâyet etti. Rahip ona:
            Gencin Rabbinin adıyla "Eğer sihirbazdan dövecek diye korkarsan: 'Ailem beni oyaladı!' de; ailenden korkacak olursan, 'Beni sihirbaz oyaladı' de!' diye tembihte bulundu.
O bu halde devam eder iken, insanların bir yoldan geçmesine engel olan büyük bir canavara rastladı. Kendi kendine:
            "Bugün bileceğim; sihirbaz mı daha faziletli, yoksa rahip mi daha faziletli!" diye mırıldandı. Bir taş aldı ve:
            "Allah'ım! Eğer rahibin işi, sana sihirbazın işinden daha sevimli ise, şu hayvanı öldür de insanlar geçsinler!" deyip, taşı fırlattı ve hayvanı öldürdü. İnsanlar yollarına devam ettiler.
Delikanlı rahibe gelip durumu anlattı. Rahip ona:
            "Evet! Bugün sen benden daha üstünsün! Görüyorum ki, yüce bir mertebedesin. Sen imtihan geçireceksin. İmtihana maruz kalınca sakın benden haber verme!" dedi.
Oğlan anadan doğma körleri ve alaca hastalığına yakalananları tedavi eder, insanları başkaca hastalıklardan da kurtarırdı. Bunu kralın gözleri kör olan arkadaşı işitti. Birçok hediyeler alarak yanına geldi ve:
            "Eğer beni tedavi edersen, şunların hepsi senindir" dedi. O da:
            "Ben kimseyi tedavi etmem, tedavi eden Allah'tır. Eğer Allah'a iman edersen, sana şifa vermesi için dua edeceğim. O da şifa verecek!" dedi.
Adam derhal iman etti, Allah da ona şifa verdi. Adam bundan sonra kralın yanına geldi. Eskiden olduğu gibi yine yanına oturdu. Kral:
            "Gözünü sana kim iade etti?" diye sordu.
            "Rabbim!" dedi. Kral:
            "Senin benden başka bir rabbin mi var?" dedi. Adam:
            "Benim de senin de rabbimiz Allah'tır!" cevabını verdi. Kral onu yakalatıp işkence ettirdi. 0 kadar ki, gözünü tedavi eden ve Allah'a iman etmesini sağlayan gencin yerini gösterdi. Genç de oraya getirildi, Kral ona:
            "Ey genç! Senin sihrin körlerin gözünü açacak, alaca hastalığını tedavi edecek bu dereceye ulaşmış, neler neler yapıyormuşsun!" dedi. Genç:
            "Ben kimseyi tedavi etmiyorum, şifayı veren Allah'tır!"
Kral onu da tutuklatıp işkence etmeye başladı. 0 kadar ki, o da rahibin yerini haber verdi. Bunun üzerine rahip getirildi. Ona:
            "Dininden dön!" denildi.
            O bunda direndi. Hemen bir testere getirildi. Başının ortasına konuldu. Ortadan ikiye bölündü ve iki parçası yere düştü. Sonra oğlan getirildi. Ona da:
"Dininden dön!" denildi.
O da denileni yapmadı. Kral onu da adamlarından bazılarına teslim etti.
            "Onu falan dağa götürün, tepesine kadar çıkarın. Zirveye ulaştığınız zaman tekrar dininden dönmesini isteyin; dönerse ne ila, aksi takdirde dağdan aşağı atın!" dedi.
Gittiler onu dağa çıkardılar. Oğlan:
"Allahım, bunlara karşı, dilediğin şekilde bana yardımını gönder!" dedi. Bunun üzerine dağ onları salladı ve hepsi de düştüler. Oğlan yürüyerek kralın yanına geldi. Kral:
"Arkadaşlarıma ne oldu?" dedi. Genç:
            "Allah, onlara karşı bana yetti, yardım etti" cevabını verdi.
Kral onu adamlarından bazılarına teslim etti ve:
            "Bunu bir gemiye götürün. Denizin ortasına kadar gidin. Dininden dönerse ne la, değilse onu denize atın!" dedi.
Söylendiği şekilde adamları onu götürdü. Genç orada:
            "Allah'ım, dilediğin şekilde bunlara karşı bana yardım et!" diye dua etti.
Derhal gemileri alabora olarak boğuldular. Çocuk yine yürüyerek hükümdara geldi. Kral:
            "Arkadaşlarıma ne oldu?" diye sordu. Genç:
            "Allah onlara karşı bana yardım etti" dedi. Sonra krala:
            "Benim emrettiğimi yapmadıkça sen beni öldüremeyeceksin!" dedi. Kral:
            "0 nedir?" diye sordu. Genç:
            "İnsanların geniş bir düzlükte toplarsın, beni bir kütüğe asarsın, sadağımdan bir ok alırsın. Sonra oku, yayın ortasına yerleştirir ve:'Gencin Rabbinin adıyla' dersin. Sonra oku bana atarsın. İşte eğer bunu yaparsan beni öldürürsün!" dedi.
            Hükümdar, hemen halkı bir düzlükte topladı. Oğlanı bir kütüğe astı. Sadağından bir ok aldı. Oku yayının ortasına yerleştirdi. Sonra:
            'Gencin Rabbinin adıyla!' dedi ve oku fırlattı. Ok çocuğun şakağına isabet etti. Çocuk elini şakağına okun isabet ettiği yere koydu ve Allah'ın rahmetine kavuşup öldü.
Halk:
            "Oğlanın Rabbine iman ettik!" dediler. Halk bu sözü üç kere tekrar etti. Sonra adamları kralın yanına geldi ve:
            "Ne emredersiniz? Vallahi korktuğunuz başınıza geldi. Halk oğlanın Rabbine iman etti!" dediler.
            Kral hemen yolların başlarına hendekler kazılmasını emretti. Derhal hendekler kazıldı. İçlerinde ateşler yakıldı. Kral:
            "Kim dininden dönmezse onu bunlara atın!" diye emir verdi. İstenen derhal yerine getirildi. Bir ara, beraberinde çocuğu olan bir kadın getirildi. Kadın oraya düşmekten çekinmişti. Çocuğu:
"Anneciğim sabret. Zira sen hak üzeresin!" dedi. 


LEYLA İLE MECNUN

 
      Mecnun, bir kabile reisinin dualar ve adaklarla dünyaya gelmiş olan Kays adlı oğludur.  Okulda bir başka kabile reisinin kızı olan Leyla ile tanışır.
        Bu iki genç birbirlerine aşık olurlar. Okulda başlayıp gittikçe alevlenen bu macerayı Leyla'nın annesi öğrenir.  Kızının bu durumuna kızan annesi, kızına çıkışır ve bir daha okula göndermez.  Kays okulda Leyla' yı göremeyince üzüntüden çılgına döner,  başını alıp çöllere gider ve Mecnun diye anılmaya başlar.
 
       Mecnun' un babası, oğ
lunu bu durumdan kurtarmak için Leyla'yı isterse de Mecnun  (deli, çılgın) oldu diye Leyla' yı vermezler. Leyla evden kaçarak, Mecnun' u çölde bulur.  Halbuki o, çölde âhular, ceylanlar ve kuşlarla arkadaşlık etmektedir ve  mecâzî aşktan ilâhî aşka yükselmiştir. Bu sebeple Leylâ' yı tanımaz.  Babası Mecnûn' u iyileşmesi için Kâbe' ye götürür.  Duâların kabul olduğu bu yerde Mecnûn, kendisindeki aşkını daha da arttırması için Yüce Allah'a duâ eder:
             "Ya Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni
            Bir dem belâyı aş
kdan etme cüdâ beni."


      Duâsı neticesi a
şkı daha da çoğalır ve bütün vaktini çöllerde geçirmeye başlar.  Diğer tarafta ise Leylâ da aşk ıstırabı içindedir.  Bir zaman sonra âilesi, Leylâ' yı İbn-i Selâm isimli zengin ve îtibârlı birine verir.  Ancak, Leylâ kendisini bir perinin sevdiğini ve eğer kendisine dokunursa ikisinin de  mahvolacağını söyleyerek İbn-i Selâm' ı vuslatından uzak tutmayı başarır.
 
      Mecnûn, çölde, Leylâ' nın evlendiğini arkadaşı Zeyd' den işitince çok üzülür.  Leylâ' ya acı bir sitem mektubu gönderir.  Leylâ da durumunu bir mektupla Mecnûn' a anlatır.  Kendisini anlamadığından dolayı o da sitem eder.
 
       Bir müddet sonra Mecnûn' un âhı tutarak İbn-i Selâm ölür. Leylâ baba evine döner.  Bir çok tereddütten sonra her şeyi göze alarak, Mecnûn' u çölde aramaya başlar.  Fakat Mecnûn, dünyadan elini eteğini çekmiş ilâhî aşk yüzünden Leylâ'nın  maddî varlığını unutmuştur. Leylâ, çölde Mecnûn' u bulduğu hâlde, Mecnûn onu tanımaz.
      Leylâ onun erdiğini anlarsa da yine onsuz yaşayamaz. Hastalanıp yataklara düşer.  Kısa zaman sonra da ölür. Mecnûn, Leylâ' nın ölüm haberini öğrenir.  Gelip mezarını kucaklar, ağlayıp inler;
      "Ya Rab manâ cism ü cân gerekmez
     Cânânsuz cihân gerekmez."
      Der, kabri kucaklayarak ölür. Bir müddet sonra Mecnûn' un sâdık arkadaşı Zeyd rüyasında,  Cennet bahçelerinde birbiriyle buluşmuş iki mesut sevgili görür.  Bunlar kimdir? diye sorunca, derler ki:
      "Bunlar Mecnûn ile onun vefalı sevgilisi Leylâ' dır. Aşk yoluna girip temiz öldükleri,
      aşklarını dünya hevesleriyle kirletmedikleri için burada buluş
tular."
ALLAH RIZASI
 
            Vakti zamanında odunculukla geçinen, çalışkan, dürüst, dindar bir adam vardı.  O zamanda yaşayan bazı insanlar, yakın bir çevrede bulunan ve nadir yetişen bir ağaca kutsallık izafe etmişlerdi.  Adaklarını, dileklerini o ağaç aracılığıyla yapıyorlardı.  Bu oduncu anılan ağacı şirk (Allah'a ortak koşma) sebebi olarak görüyordu ve bunun için kesmeye karar verdi.  O zamana kadar kimse buna cesaret edememişti.  Oduncu bir gün baltasını aldı ve verdiği kararı uygulamak üzere yola koyuldu.  Yolda karşısına acayip görünüşlü, insana güven vermeyen biri çıktı.  Oduncu "sen kimsin?" diye sordu, o da "Ben şeytanım" diye cevap verdi.  Oduncu "Vay alçak vay hain demek insanları yoldan çıkaran sensin, şimdi seni geberteyim" diye söylenip üstüne çullandı.  Bir anda şeytanı altına alıp boğazına abandı "Demek ki insanları kandırıp o ağacı kutsallaştıran da sensin alçak herif" dedi Şeytan, "Boşuna uğraşma, çabalama, beni öldüremezsin, çünkü Allah tarafından kıyamete kadar insanları saptırmak için bana mühlet verildi.  Sen o ağacı kesmekten vazgeç sana bir öneride bulunacağım" diye karşılık verdi.  Oduncu "Kabule şayan ne önerin olabilir muzır herif?" diye çıkıştı Şeytan şu öneride bulundu:
- "Sen o ağacı kesmekten vazgeçersen sana her sabah bir altın getirir yastığının altına koyarım Böylece seni geçindirmeye bile yetmeyen odunculuktan kurtulmuş olursun."
Oduncu biraz yumuşar gibi oldu ve sordu:
- Peki vaat ettiğin bir altını getirmezsen ne olacak?
- O zaman bana dilediğini yap
Oduncu öneriyi, kabul etti, ağacı kesmeden geri döndü.  O gece yattı.  Sabah olunca yastığının altına baktı ve gerçekten bir altın konmuştu.  Buna çok memnun oldu.  Merakla ertesi günü bekledi.  Ertesi gün oldu ama yastığının altına para konmamıştı.  Belki başka bir yere koymuştur diye her yanı alt üst etti yine altın çıkmadı. Buna çok içerleyen oduncu hemen bıçağını baltasını alıp şeytanı bulup öldürmek üzere yollandı.  Aynı yerde şeytanla yine karşılaştılar.  Oduncu şeytanı görür görmez hemen üzerine atıldı Ama öncekinin tersine şeytan kendisini bir un çuvalı gibi savurdu Adam kalktı, şeytanın üzerine yeni bir hamle yaptı Ama elini bile süremedi Artık inisiyatif şeytana geçmişti Şöyle dedi:
-Boşuna uğraşma arkadaş, sen geçen sefer beni neredeyse haklıyordun, çünkü o zaman Allah rızası için yola çıkmıştın Şimdi ise bana kızgınlığın kendi nefsin için Bundan dolayı artık bana gücünü geçiremezsin, aksine sen mağlup olursun.
Online sayısı
 
Burcuna Bak Ne Yazıyor :)
 
Günlük Burç
Haber Gündem
 
Sinema'da Bu Hafta
 
RekLam Bölümüdür
 
Reklam Bölümüdür

hayalet__sokak@hotmail.com

Adresinden bana Ulaşabilirsiniz .


REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

REKLAM

RekLam Bölümüdür Ünal
 
Google
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol